Mali Hakların Devri Ve Lisans

GİRİŞ

          Yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının getirdiği en büyük değişikliklerden biri kuşkusuz ki bir fikri eserin sahipliği ve yarattığı ekonomik değerlerin ölçüsüdür. Öyle ki bir fikri eser yaratıcısı öldükten yıllar sonra dahi yeni değerler yaratabilmektedir. Fikri eserler sıkı sıkıya yaratıcısına bağlı olmanın yanı sıra ekonomik bir değer olarak da alınıp satılabilme ihtiyacı oluşmaktadır.

          Fikri eserlerin ekonomik sürece katılabilmesi için alelade eşyalar gibi tasarruf edilebilmesi gerekmektedir. Ancak bunun yanında eser sahibinin manevi haklarının zedelenmesinin de önüne geçilmelidir.

          İşbu makale ile fikri haklar için kanunda öngörülen devir ve lisans haklarının incelemesi yapılacaktır.

I. FİKRİ ESER

          Fikri mülkiyet hukukunda eser sözlük anlamından ya da borçlar kanunundaki anlamından farklı olarak kişinin sadece fikrî faaliyeti sonucu ortaya koyduğu ve hukuki bakımdan değer ifade eden neticelerdir.

          Subjektif unsur, eser sahibinin hususiyetini taşıma, eseri meydana getirmek isteyen bir kişi üstün bir uğraş veya yetenek gerektirmeyen şekilde aynı ürünü ortaya koyabiliyorsa eser sahibinin hususiyetini taşımıyor demektir.

          Objektif unsur, fiziki bir unsur üzerine kaydedilmişlik, iktisaden değerlendirmeye elverişli olmayı ifade eder.

          Eser türleri kanunda sınırlı sayıda olup FSEK kapsamında eserden bahsedebilmek için bu bahse konu fikri ürünün bu sayılı kategorilerden birine girmesi gerekmektedir[1].         

          Kanunda sayılı olan eser türler ilim ve edebiyat eserleri,  musiki eserleri, güzel sanat eserleri, sinema eserleri, işlemeler ve derlemelerdir.

II. ESER SAHİPLİĞİ

          Asıl eser sahipliği, eseri meydana getiren kişidir. Bir kişinin eser sahibi olması için yalnızca eseri meydana getirmesi yeterlidir. Kayıt veya bildirim şartı bulunmamaktadır.

          Çalışanların Eser Sahipliği FSEK m. 18/2 de düzenlenmiş olup “Aralarındaki özel sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça; memur, hizmetli ve işçilerin işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki haklar bunları çalıştıran veya tayin edenlerce kullanılır. Tüzel kişilerin uzuvları hakkında da bu kural uygulanır.” Hükmüne haizdir.

          Burada anlaşılması gereken çalıştıranın direkt olarak eser sahibi olduğu değil eserin mali haklarını kullanma yetkisi bulunduğu. Bu hak kanundan gelen bir hak olup mali hakların devrine ilişkin şekil şartlarını düzenleyen m. 52 hükmüne de uygun olmak zorunda değildir.

          Sinema eserlerinde; yönetmen, özgün müzik bestecisi, senaryo yazarı ve diyalog yazarı, eserin birlikte sahibidirler. Canlandırma tekniğiyle yapılmış sinema eserlerinde, animatör de eserin birlikte sahipleri arasındadır.

III. ESER ÜZERİNDEKİ HAKLAR

          Eser üzerindeki haklar kanunda yapılan ayrımla da paralel olarak manevi ve mali haklar olarak ayrılarak incelenmektedir.

          Manevi haklar eser sahibinin münhasıran şahsına bağlı haklardır.

          Mali haklar ise üçüncü kişilere bedel karşılığı ya da bedelsiz olarak devredilebilir.

A. MANEVİ HAKLAR

          Manevi haklar eser sahibinin şahsına bağlı olarak ifade edilse de şahsi haklar ile karıştırılmamalıdır. Zira eser sahibi öldükten sonra da eser üzerindeki manevi hakların kullanımı madde 19 kapsamındaki kişilerce mümkündür.

          Manevi haklar ise kamuya sunma, isim verme, değişiklikten men etme olarak sayılabilir.

B. MALİ HAKLAR

          Eserden ekonomik anlamda kazanım elde etmeyi sağlayan haklardır. Aynı zamanda bu yetki ekonomik gelirin şeklini tayin etme ve 3. kişilerin eserden yararlanmasını engelleme hakkı da taşır.

          Mali haklar devir,kira, ödünç, lisans, haciz, rehin, vasiyet gibi çeşitli hukuki işlemlere konu olabilmektedir.

          FSEK m. 20-25 arasında düzenlenmiş olup işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve umuma iletim haklarından  oluşur.

IV. MALİ HAKLARIN DEVRİ

          Devir konusu FSEK m. 48’de Eser sahibi veya mirasçıları kendilerine kanunen tanınan mali hakları süre, yer ve muhteva itibariyle mahdut veya gayrimahdut, karşılıklı veya karşılıksız olarak başkalarına devredebilirler denilerek düzenlenmiştir.

          Devir sınırlandırılmış ya da sınırlandırılmamış olabilir. Aynı şekilde karşılıklı ya da karşılıksız olarak devredilebilir.

          FSEK madde 49 Eser sahibi veya mirasçılarından mali bir hak veya böyle bir hakkı kullanma ruhsatını iktisap etmiş olan bir kimse, ancak bunların yazılı muvafakatiyle bu hakkı veya kullanma ruhsatını diğer birine devredebilir.

          Bu onay işleminin her bir devir işlemi için yazılı olarak ve net bir biçimde verilmelidir. Aksi halde gerçekleştirilen işlem askıda hükümsüz olur.

          Tamamlanmış eserlerin mali hakları yönünden devir taahhüdü verilebileceği gibi henüz mevcut olmayan eserler bakımından da taahhütte bulunabilir.

          Tamamlanmamış eserlerin hakları yönünden taahhüt mümkün ise de bunların devri mümkün değildir. Ancak uygulamada özellikle sinema eserleri yönünden devir sözleşmeleri eser meydana gelmeden önce yapılmaktadır. Ancak doktrinde bir görüş (Arslanlı, Hirsch, Tüysüz) bu şekildeki devir sözleşmelerinin geçersiz olmakla birlikte taahhüt olarak ayakta tutulabileceğini ifade etmiştir. Nitekim Yargıtay da 2005 tarihli bir kararında benzer bir görüşü ifade etmiştir.

          Taahhütler ise ihbar tarihinden bir yıl sonra hüküm ifade etmek üzere iki taraf yönünden de feshedilebilir. Taahhüdün feshedilmesi halinde kanuna uygun hareket edilmiş olması kaydıyla bir tazminat yükümlülüğü doğmayacaktır. Sözleşmeye de aksi yönde hüküm konamayacaktır

          Mali hakları devralan kişinin eser sahibinin manevi haklarına zarar vermeme yükümlülüğü devam eder.

          Mali hakların devri ayni etkiye sahip bir tasarruf işlemi olduğundan işlemin dayandığı hukuki sebep de geçerli olmalıdır. Bunun yanı sıra hakkı devreden kişinin hakkın varlığını ispatla yükümlü olduğu ifade edilmiştir. Bu konuda FSEK m 53 hükmü Borçlar Kanunundaki alacağın temliki hükümlerine atıf yapmış olup devrin ivazlı ve ivazsız olmasına göre ayrım yapılması gerekmektedir.

          Alacağın devri herhangi bir karşılık alınmadan ivazsız olarak yapılıyorsa devredenin hakkın sahibi olduğunu ispat yükümlülüğü bulunmamaktadır. Devralan devir gerçekleştiği anda karşı tarafın yetkisiz olduğunu biliyor ise tazminata hak kazanmayacaktır.

          Hakkın mevcut olması gerektiği gibi devri yetkisinin de mevcut olması gerekmektedir. Devretmeye yetkisi olmayan birinden kazanılan hak korunmamaktadır. Kişinin iyi niyetli olup olmaması bu sonucu değiştirmez.

          Devralan devredenin halefi haline gelir ve mali haklara yönelik tecavüzlere karşı dava açabilme hakkını kazanır.

          Ancak bu tecavüzlere karşı dava açma hakkı mali haklar yönünden mevcut olup manevi haklar yönünden böyle bir hak bulunmamaktadır.

          Mali haklar yazılı bir sözleşme ile devredilmesi şarttır. Sözleşmeye konu tüm haklar da yazılı şekilde ayrı ayrı gösterilmelidir.

V. RUHSAT (LİSANS)

            Mali hakların hak sahibi üzerinde kalarak bu haklar üzerinde karşı tarafa yalnızca kullanım yetkisi verilmesidir.

          Eser üzerindeki hakların tamamı üzerinde anlaşılabileceği gibi belli bir kısım üzerindeki kullanım hakkı da devredilebilir. Ruhsata konu haklar yer,yön, haklar bakımından sınırlandırılabilir. Bir eser üzerinde tam (inhisari) ruhsat tanınması bunun sınırlandırılamayacağı anlamına gelmez.

          Ücret, lisans sözleşmesinin zorunlu bir unsur değildir

          Ruhsat hakkının niteliği yönünden doktrinde tartışma bulunmaktadır. Bir kısım yazarlar ruhsat işleminin borçlandırıcı bir işlem olduğunu öne sürerken diğer bir kısım ise ruhsat verme işleminin bir tasarruf olduğunu öne sürmektedir. Tasarruf olarak kabul edilmesi halinde üçüncü kişilere karşı öne sürülebilecektir.

          FSEK kapsamında ruhsat hakları basit ve tam olarak ikiye ayrılmıştır.

          Ruhsat mali hak sahibinin başkalarına da aynı hakkı vermesine engel değilse basit ruhsat, yalnız bir kimseye mahsus ise tam ruhsattır.

          Kanun veya sözleşmeden aksi anlaşılmadıkça her ruhsat basit sayılır.

A.  BASİT RUHSAT

            FSEK m. 56/3 E göre basit ruhsata hasılat kirasına ilişkin hükümler uygulanır. 

          Bu kapsamda TBK 366’da düzenlenen alt kira yasağının kıyasen basit ruhsat yönünden uygulanabileceği görüşü hakimdir.

B.  TAM RUHSAT

          Sözleşmede aksine bir hüküm yoksa tam ruhsat veren verdiği hakkı kendisi de kullanamayacaktır.

          FSEK 56/3 hükmüne göre tam ruhsatlar hakkında intifa hakkına dair hükümler uygulanır.

          Bu durum özellikle tam ruhsat sahibinden önce ruhsat hakkı kazananların kazanımları yönünden önem arz etmektedir.

          Hakkın kullanılmasının devri, hakkın kendisinin devrini engellememektedir. Ancak hakkın kullanımı tam lisans ile devredilmişse bu lisans, hakkı devralan kişilere karşı da ileri sürülebilmelidir. Zira FSEK’te tam lisanslar bakımından bir ayni hak olan intifa hakkına yapılan atıf bunu gerektirmektedir.

SONUÇ

            Fikri eserden kaynaklı mali hakların devri veya bu hakların bir kısmının devri FSEK kapsamında mümkündür. Devir sınırlandırılmış ya da sınırlandırılmamış olabilir. Eser sahibinden farklı bir kişinin mali hakları devrediyor olması halinde her devirde eser sahibinden onay alınmalıdır.

          Tamamlanmamış eserler yönünden devri söz konusu olamaz ancak devir taahhüdü verilebilir. Taahhütler ise ihbar tarihinden bir yıl sonra hüküm ifade etmek üzere iki taraf yönünden de feshedilebilir. Devralan devredenin halefi haline gelir ve mali haklara yönelik tecavüzlere karşı dava açabilme hakkını kazanır.

            Mali hakların devrinin yazılı bir sözleşme ile yapılması gerekmektedir.

          Mali hakların kullanım yetkisinin devrine ise ruhsat denmektedir. FSEK kapsamında ruhsat hakları basit ve tam olarak ikiye ayrılmıştır. Ruhsat mali hak sahibinin başkalarına da aynı hakkı vermesine engel değilse basit ruhsat, yalnız bir kimseye mahsus ise tam ruhsattır.


[1] EVRENSEL Alperen, TELİF HAKKI SÖZLEŞMESİ VE HAKLARIN DEVRİ, Seçkin Yayınevi , Ankara, 2019, s. 26-28

Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Sözleşmesinin Feshinden Sonraki 15 Günlük Sürede Genel Şartlar B.4 Kapsamında Rücu Muhatabının Değerlendirilmesi

GİRİŞ

          Günümüz trafik yoğunluğu ve zorunlu sigorta uygulaması sebebiyle olağan günlük yaşamda en çok karşılaşılan hukuki uyuşmazlık tiplerinden biri sigorta hukukuna ilişkindir.

          Ülkemizde 2020 yılında 983 bin 808 adet trafik kazası meydana geldi. Bu kazaların 833 bin 533 adedi maddi hasarlı, 150 bin 275 adedi ise ölümlü yaralanmalı kazadır. Hal böyle iken trafik kazalarında uygulama alanı bulan Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası hükümleri büyük önem arz etmekte ve bu hususta akla gelmeyecek tipte uyuşmazlıklara rastlanılabilmektedir.

          İşbu makale ile yukarıda anlatılan nitelikte nadir rastlanılan bir uyuşmazlık hali olan KMAZMSS kapsamında sigorta şirketinin sigortalıya rücu imkanı bulunduğu kazalarda rücuya konu aracın kazadan önce 15 gün içinde satılmış olması halinde rücu muhatabının kim olacağı hususu incelenecektir.

I. İŞLETEN SORUMLULUĞU

          2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda (KTK) belirtildiği üzere özetle bir motorlu aracın işletilmesi sırasında meydana gelecek kazalarda aracın sahibi meydana gelecek zararlardan sorumlu olur [1].

          İşleten sorumluluğu tehlike sorumluluğundan kaynaklanan bir kusursuz sorumluluk halidir. Öyle ki aracın işleteni, şahsi bir müdahalesi bulunmasa dahi sürücünün ve yardımcının kusurlu hareketlerinden sorumludur[2].

II. KARAYOLLARI MOTORLU ARAÇLAR ZORUNLU MALİ SORUMLULUK SİGORTASI (KMAZMSS)

          Karayolları Trafik Kanunu m. 94 uyarınca işleten sorumluluğunu teminat altına almak üzere sigorta yapılması zorunludur.

          KMAZMSS ile teminat altına alınan trafik kazası mağdurunun menfaati değil, sigortalı işletenin menfaatidir[3]. Dolayısıyla trafik poliçesi ile karşılanacak olan zarar, mağdurun zararından işletenin sorumlu tutulabileceği miktardır.

III. İŞLETEN SIFATI

          Görüldüğü üzere trafik kazalarında meydana gelen zararlarda sorumlulardan biri de işletendir. Ancak işleten, somut olarak olay yerinde bulunan bir gerçek kişi değil, hukuki bir kavram olduğundan işletenin tespiti de büyük önem arz etmektedir.

          İşleten tanımı KTK m. 3’te yapılmıştır. Buna göre aracın sahibi, uzun süreli kiralayan, ariyet ve rehin alan ya da bu kişilerce ispat edilmesi halinde araç üzerinde fiili tasarrufu bulunan başka bir kimse araç işletenidir[4].

          Buna göre uygulamada sıkça karşılaşıldığı üzere araç sahibi işleten olmakla birlikte uzun süreli kiralayan, ariyet ya da rehin alan kişiler de işleten konumuna geçmektedir.

          Trafik siciline henüz kaydolmamış olsa da aracı noter kanalıyla satın almış olmak işleten sayılmak için yeterlidir[5].

          Bunun yanı sıra aracın kısa süreli zilyedi olmak ise işleten sıfatı kazanmak için yeterli değildir.

III. İŞLETENİN DEĞİŞMESİ

          İşletenin, aracın satılması halinde değişeceği açık olmakla birlikte işleten değiştiğinde sigortanın akıbetinin ne olacağı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

          KTK m. 94 ve KMAZMSS C.4 maddesi konuyu düzenleyen iki farklı mevzuat bulunmaktadır.

          Türk Ticaret Kanununun 1470. Maddesi “Sigorta edilen menfaatin sahibinin değişmesi hâlinde, aksine sözleşme yoksa, sigorta ilişkisi sona erer.” hükmüne haiz olsa da bu hüküm bir sorumluluk sigortası türü olan trafik sigortalarında uygulama alanı bulmayacaktır[6].

A. Karayolları Trafik Kanunu Madde 94 Kapsamında

          KMAZMSS poliçelerinde işletenin değişmesi halinde sigorta sözleşmesine ne olacağı hususunu düzenleyen kanun düzeyindeki mevzuat KTK m. 94 olup iş bu maddede araç sahibinin değişmesi halinde işletenin kendiliğinden değişmeyeceği, araç sahibinin değişmesinin sadece sigorta sözleşmesine bir fesih hakkı tanıyacağı ifade edilmiştir.

          Bunun yanı sıra KTK m. 94/III fıkrasında sigortanın fesihten itibaren 15 gün daha devam edeceği ifade edilmiştir.

B. KMAZMSS Genel Şartlar C.4 Kapsamında

          KMAZMSS Genel Şartları C.4 maddesinde ise kanun hükmüyle açıkça zıt olarak sigorta sözleşmesinin sigortalıyı takip ettiği ve sigortalının değiştiği durumlarda sigorta sözleşmesinin kendiliğinden sona ereceği ifade edilmiştir.

          İlgili hükmün devamında ise mevcut sözleşmenin sigortalının değiştiği tarihten itibaren 15 gün süresince yeni işleten için sözleşme yapılana kadar geçerli olduğu ifade edilmiştir.

          Aynı konuyu düzenleyen Genel Şartlar C.4 maddesi ve KTK m. 94 arasındaki en önemli farklılık işleten değiştiğinde sigortanın kendiliğinden sona erip ermeyeceği noktasındadır.

          Bu hususta Genel Şartların ilgili C.4 maddesi düzenlemesi Karayolları Trafik Kanunu madde 94 ile çelişmektedir. Normlar hiyerarşisi uyarınca Genel Şartlar, Kanun maddesini ilga edemeyeceğinden uygulama alanı bulamamaktadır[7].

          Nitekim birçok Yargıtay kararında da aynı görüş korunmuş ve Genel Şartlar C.4 Maddesi uygulama alanı bulmamıştır[8].

III. KMAZMSS GENEL ŞARTLAR KAPSAMINDA RÜCU

          Genel Şartlar B.4 maddesinde zarar oluşturan olay neticesinde KMAZMSS kapsamında tazminat ödeyen sigortacının sigortalısına ödediği tazminat tutarını rücu edebileceği haller belirtilmiştir.

          İşbu rücu halleri çalışmamız kapsamında kalmamakla beraber söz konusu hükümde “sigortalıya” rücu edileceği açıkça ifade edilmiştir.

          Sigortacının rücu hakkı sadece  Genel Şartlar B.4 mevzuatında belirlenmiş olup işbu mevzuatta da rücunun işletene değil sigortalıya yapılabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır.

          İşletenin değiştiği ancak sigortacı tarafından sözleşmenin feshedilmediği durumda sigortalılık halinin devam edeceği yukarıda açıklanmıştır. Hal böyle iken işletenin değişmesi ancak bu durumun sigortacıya bildirilmemesi halinde eski işleten sigorta akdinin tarafı olaya devam edecek olup bu dönemde meydana gelen bir olaydan dolayı sigortacı tazminat ödemek zorunda kalacak ve rücu koşullarının da varlığı halinde ödediği tazminatı sigorta akdinin tarafı olan eski işletene rücu edebilecektir[9].

VI. SİGORTA SÖZLEŞMESİNİN FESHİNDEN SONRAKİ 15 GÜNLÜK SÜREDE RÜCU

            İşleten değişikliğinin sigortacıya bildirildiği ve sigortacı tarafından sözleşmenin feshedildiği durumlarda da sigorta teminatının 15 gün daha devam edeceği açıktır.

            Bu süreçte meydana gelen ve rücu halinin bulunduğu bir kazada rücu muhatabının kim olacağı hususunda; Bu 15 günlük süre aracın eski işleteni ve sigortacının akidi ile arasındaki sözleşme feshedilmiştir. Ancak yeni işletenle sigortacı arasında da bir sözleşme bulunmamaktadır.

            Yukarıda açıklandığı üzere normal koşullarda rücu muhatabı yalnızca sigortalı olabilir. Sigortalı olmayan işleten rücu muhatabı olamamaktadır. Eski işleten artık sigortalı olmadığından rücu muhatabı olması da mümkün olmayacaktır.

Ancak, işleten değişikliği bir zeyilname ile belirlenmiş ise bundan sonra oluşan rizikolardan ötürü sigortacı akidine rücu edemez[10].

            Fesih sonrası 15 günlük bu dönemde sigorta şirketinin, aracın ne eski ne de yeni işleteniyle arasında bir akid bulunmamakta, yalnızca kanundan gelen bir yükümlülüğü bulunmaktadır.

            Genel Şartlar C.4 maddesi : Ancak, mevcut sözleşme sigortalının değiştiği tarihten itibaren onbeş gün süresince herhangi bir işleme gerek kalmaksızın ve prim ödenmeksizin yeni işleten için sözleşme yapılana kadar geçerlidir. Hükmüne haiz olup işbu hükmün lafzından anlaşıldığı üzere fesih sonrası 15 günlük sürede yeni işletenin 15 günlük süre için poliçe teminatından yararlanacağı anlaşılmaktadır.

Her ne kadar bu hususta açık bir hüküm bulunmasa da nimet-külfet dengesi ilkesi uyarınca yeni işletenin sorumluluğunun teminat altına alındığı bu dönemde sigortalılığın yükümlülüklerini de karşılaması gerekmekte olup işbu sürede meydana gelecek bir hasarda yeni işleten sigortacının akidi gibi rücu muhatabı olmalıdır

SONUÇ

            KMAZMSS işleten sorumluluğunu teminat altına almakta olup işleten değişikliği halinde sigorta teminatının akıbeti KTK m. 94 kapsamında belirlenmektedir.

            Genel Şartlar B.4 kapsamında sigortacı tarafından rücu işlemi sadece sigortalıya yapılabilmektedir.

            İşleten değişikliğinin sigortacıya bildirilmemiş olması halinde eski işleten sigortalı olmaya devam edecek ve satış sonrası doğan bir zararda yapılan ödemede rücu muhatabı da eski işleten olan sigortalı olacaktır.

İşleten değişikliğinin sigortacıya bildirilmiş ve sigorta sözleşmesinin feshedilmiş olması halinde eski işleten sigortalı olmayacağından rücu hakkının muhatabı olamayacaktır. Yeni işletenin ise rücu muhatabı olacağına ilişkin açık bir hüküm bulunmasa da sigortanın faydalarından yararlandığı oranda nimet-külfet ilkesi uyarınca yükümlülüklerine de katlanması gerektiği kanaatindeyiz.

KAYNAKÇA

Çelik Ahmet ÇELİK, Trafik Kazalarında Tazminat Ve Sigorta – Hukuk Ve Ceza Sorumluluğu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019

Sinan MİSİLİ, Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları Uyarınca Sigortacının Sigorta Ettirene Rücu Davası, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Kasım 2017, sayı 133, s. 577-648

YALÇINKAYA Aslıhan, Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Kapsamında Sigortacının, Sigorta Ettirene Rücu Hakkı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2019


[1] KTK – Madde 85 – (Değişik birinci fıkra: 17/10/1996-4199/28 md.) Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.

[2] ÇELİK Çelik Ahmet, Trafik Kazalarında Tazminat Ve Sigorta Hukuk Ve Ceza Sorumluluğu, Seçkin Yayınları, 2019, 2. Baskı, s. 21.

[3] YALÇINKAYA Aslıhan, Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Kapsamında Sigortacının, Sigorta Ettirene Rücu Hakkı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2019 , s. 5

[4] Karayolları Trafik Kanunu, madde 3: İşleten : Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır.

[5] Çelik Ahmet ÇELİK, Trafik Kazalarında Tazminat Ve Sigorta – Hukuk Ve Ceza Sorumluluğu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 22.

[6] Çelik Ahmet ÇELİK, Trafik Kazalarında Tazminat Ve Sigorta – Hukuk Ve Ceza Sorumluluğu, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 650.

[7] Sinan MİSİLİ, Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları Uyarınca Sigortacının Sigorta Ettirene Rücu Davası, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Kasım 2017, sayı 133, s. 577-648

[8] Yargıtay 17. HD., E. 2014/8162 K. 2016/5564 T. 5.5.2016

[9] Sinan MİSİLİ, Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları Uyarınca Sigortacının Sigorta Ettirene Rücu Davası, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Kasım 2017, sayı 133, s. 577-648

[10] Yargıtay HGK., E. 2017/2701 K. 2020/494 T. 30.6.2020

İnşaat Sözleşmesinde Yüklenicinin Yapı Alacaklısı İpoteği Hakkı

Yapı alacaklısı ipoteği hakkı, Türk Medeni Kanunu 893. Maddesinde düzenlenen ve yapının üretim sürecine malzeme ve/veya emeğiyle katılan yüklenicinin emeğini korumak üzere kanun tarafından yükleniciye tanınan bir haktır.

Şöyle ki işbu hak ile yüklenici çalışmayı kabul ettiği andan itibaren alacağın çekişmeli olmaması kaydıyla ipotek hakkını tapu kütüğüne şerh verilmesini talep edebilir.

Sözleşmesel bir dayanağı olmayan yapı alacaklısı ipoteği hakkı aynı zamanda önceden feragat edilebilir bir hak da değildir.

Yapı alacaklısı ipoteği hakkı, konusu itibariyle büyük meblağlı riskler taşıyan inşaat sözleşmelerinde esasen zayıf tarafta olan yükleniciye bir miktar garanti sağlamakta, böylece inşaat işlerinin daha güvenli dolayısıyla da daha yoğun bir şekilde icra edilebilmesine katkı sağlamaktadır.

IV İPOTEK TANIMI VE TÜRLERİ

Taşınmaz rehni olarak da adlandırılan ipotek hakkı bir sınırlı ayni hak olup bir alacağı güvence altına alır ve alacak ödenmediği takdirde ipotek hakkı sahibine, ipotek konusu taşınmazı sattırmak suretiyle alacağını temin imkanı sağlar.

İpotek hakkı ayni bir hak olup herkese karşı öne sürülebilir.

Feri nitelikte bir hak olduğundan varlığı halen mevcut ya da ilerde doğması beklenen bir alacağa bağlıdır. Aynı şekilde alacağın sona ermesi de ipoteğin kendiliğinden sona ermesine sebep olur[1].

İpotek hakkı, doktrinde genel olarak güvence miktarının belirleniş şekline göre anapara ipoteği ve üst sınır ipoteği olarak ya da kaynağına göre ise iradi ve kanuni ipotek olarak türlere ayrılmaktadır.

İradi ipotek, ipotek sözleşmesi ya da ölüme bağlı tasarruf gibi bir ilişki neticesinde kurulmaktadır. Kanuni ipotek ise kaynağını bir kanun maddesinden alan ipotek çeşididir[2].

İradi ipotek tapu kütüğüne tescil edilmesi ile kurulmakta olup kanuni ipotekte ise kuruluşu tescile bağlı olan ve tescile bağlı olmayan ipotekler olarak iki ayrım bulunmaktadır.

Kanuni ipotekler ise Medeni Kanun madde 892 ve 893’deki ayrım gözetilerek tescile bağlı ve tescile bağlı olmayan ipotekler olarak ikiye ayrılmakta olup tescile bağlı olan kanuni ipotekler TMK 893’te sınırlı olarak sayılmıştır [3].

İşbu hüküm doğrultusunda;

1.Satıştan doğan alacağı için satılan taşınmaz üzerinde satıcı,

2. Elbirliği ortaklığına giren taşınmazlarda paylaşmadan doğan alacakları için birlikte mirasçı

olanlar veya diğer elbirliği ortakları,

3. Bir taşınmaz üzerinde yapılan yapı veya diğer işlerde malzeme vererek veya vermeden emek sarf ettikleri için malzeme ve emek karşılığı olarak malik veya yükleniciden alacaklı olan alt yüklenici veya zanaatkârlar.

Kanuni ipotek hakkının tescilini isteyebilirler.

Yukarıda sayılan durumlarda ipotek tescile bağlı olup kanunda sayılı hallerin gerçekleşmesi kişiye sadece ipotek tesisini talep hakkı verir.

Yine aynı sebeple yukarıda sayılan ipotekler ancak tapu siciline kaydedilebilir taşınmazlar yönünden söz konusu olacaktır[4]. İdare ile yapılan eser sözleşmelerinde yapı alacaklısı ipoteği tesis edilip edilemeyeceği sorunsalında TMK 893’te bu yönde bir ayrım yapılmamış olsa da kamuya ait taşınmazlar tapu kütüğüne tescil edilmediklerinden yapı alacaklısı ipoteğine konu olamamaktadırlar[5].

V  YAPI ALACAKLISI İPOTEĞİNİN KOŞULLARI

A   İNŞAAT ALACAĞI
1        Kalıcı Bir İnşaattan Kaynaklanması

Yapı alacağı taşınmazın üstünde ya da altında kalıcı olarak yapılan inşai faaliyetlere binaen talep edilebilir. Bunlar bina, kaldırım, köprü, dam, garaj olabileceği gibi tadilat işlemleri de olabilecektir. Taşınır yapılar için ise ipotek tesisi istenemeyecektir[6].

2             Malzeme Vererek Ya da Vermeyerek Çalışılması

İnşaat alacağının, yukarıda sayılan faaliyetler kapsamında verilen emekten kaynaklanıyor olması. Salt olarak inşaata malzeme temin edilmesi inşaat ipoteği hakkı vermemektedir.

İnşaata özgü olmak kaydıyla bir mal üretip satan kişinin de yapı alacaklısı ipoteği hakkından faydalanabilmesi gerekir[7].

3        İnşaatta Değer Artışının Meydana Gelmesi

Yapı alacaklısı ipoteğinden faydalanabilmesi için, inşaata verilen emeğin bir değer artışına sebebiyet vermesi gerekmektedir. Bu kapsamda inşaat için proje çizen mimarın faaliyeti her ne kadar inşaat projesine yönelik emek içeren bir faaliyet olsa da taşınmaz üzerinde değer artışı yaratmadığından yapı alacaklısı ipoteğine konu olamayacaktır[8].

Taşınmaz üzerinde var olan eski yapının yıkılmasından kaynaklı alacaklılar da yine yapı alacaklısı ipoteği tesisini talep edebilirler[9].

4        Alacağın Kapsamı

Alacak miktarının belli olması gerekmektedir. Yapı alacaklıları malzeme vererek ya da vermeden kazanılan bütün alacak hakkı için ipotek tesisini talep edebilir. Bu çalışma karşılığı taraflar arasında götürü bir bedel belirlendiyse ipotek miktarı bu bedel olacaktır.

Belirlenmediyse TBK 481. Uyarınca bedel belirlenecektir. Burada belirlenecek bedel inşaatın bedeli ile sınırlı değildir[10].

5        Eser Sözleşmesi

Kural olarak yapı alacağı ipoteği eser sözleşmesi kapsamında oluşturulan yapılar için geçerlidir. Ancak vekaletsiz iş görme kapsamında malik olmayan tarafından yaptırılan inşaatlarda yapı alacağının teminat altına alınabilmesi malikin inşaatın yapılmasına rıza göstermesi ya da kendi davranışıyla inşaat yapılmasına sebebiyet vermiş olması gerekir.[11]

Bu doğrultuda Yargıtay’ın aksi yöndeki “Dava kanuni ipotek tescili istemi ile açılmış, mahkemece de kısmen kabulüne karar verilmiş ise de alacağın kabulüne ilişkin malik beyanı olmadığı gibi mahkemece de karara bağlanmadığından istemin kabulü mümkün değildir. Türk Medeni Kanunu 893. maddesi uyarınca ise sadece malik veya yükleniciden alacaklı olan alt yüklenicilerin ipotek tescil hakları bulunduğundan davacı; alt yüklenici olmayıp iş sahibi kiracıdan alacaklı yüklenici durumunda olmakla malike karşı kanuni ipotek alacaklısı sıfatı bulunmadığından davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerektiği halde yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından kararın temyiz eden davalılar yararına bozulması gerekmiştir.” Şeklindeki kararının yerinde olmadığı kanaatindeyiz[12].

6        Yapı Alacağının Sınırı

İnşaat bizzat malik tarafından yaptırılıyorsa yüklenici tüm alacağı için ipotek tesisi talep edebilir. Ancak yükleniciden iş alan alt yüklenicinin yapı alacaklısı ipoteği tesisi taleplerinde alt yüklenici esas yükleniciden olan alacağı için ipotek tesisi talep edebilecektir ancak ipotek miktarı malik ile yüklenici arasındaki ana sözleşme bedelini geçip geçemeyeceği noktasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır[13].

Tarafımızca da alt yüklenici alacağının asıl sözleşme miktarını geçmesi hayatın olağan akışına aykırı olup aksi görüşün kabulü uygulamada suiistimale sebebiyet verecektir.

Taşınmaz maliki inşaat dolayısıyla ana yükleniciye olan borcunu ödemiş ise bu durumda yükleniciden alacağını alamayan alt yüklenicinin ipotek tesisi talep edip edemeyeceği konusunda da yine görüş ayrılığı bulunmakta olup bir görüş bu durumda alt yüklenicinin ipotek tesis edemeyeceğini savunurken[14] diğer bir görüş ise alt yüklenicilerin alacağının esas yüklenicinin alacağı ile sınırlandırılmayacağı bu sebeple de esas yüklenici alacağını tahsil etmiş olsa bile ipotek tesisinin mümkün olacağı yönündedir.[15]

Tarafımızca, kanun maddesinde alt yüklenicinin malikten veya yükleniciden alacakları denilerek esasen ayrı ayrı sebeplerle ipotek tesis hakkı tanınmış olup kanunun emek veren işçinin haklarını koruma amacı da göz önüne alınarak alt yüklenicinin ipotek tesis hakkının mevcut olacağı ancak bu ipotek miktarının yüklenici ile yapılan esas sözleşme miktarını geçemeyeceği kabul edilmelidir.

Yargıtay içtihatlarında ise alt yüklenicinin inşaatçı ipoteği hakkı tanınsa da bu haktan faydalanabilmesi için yükleniciden olan alacağını mahkeme kararına bağlaması ya da arsa sahibinin alacağı kabul etmesini aramaktadır.[16] Tarafımızca alt yüklenicinin taşınmaz sahibi ile arasında bir akdi ilişki olmadığı halde alt yüklenicinin esas yükleniciden olan alacağında işbu alacakla ilgisi ya da bilgisi bulunmayan taşınmaz sahibinin kabulünü aramak isabetli olmamıştır.

B İNŞAAT ALACAKLISI

TMK 893 maddesi uyarınca yapı alacaklıları eserin yapımında emek vermiş olan yüklenici, alt yüklenici ve zanaatkarlardır.

1        Asıl Yüklenici

Eser sözleşmesi kapsamında yapının inşası işini üstlenen kişidir. Gerçek kişi ya da tüzel kişi olabilir. Kanun maddesinde yapı alacaklısı ipoteğinden faydalanabilecekler arasında yüklenicinin ismi sayılmamış olsa da doktrindeki baskın görüş yüklenicinin de bu haktan yararlanabileceği yönündedir[17].

Buna karşılık Yargıtay’ın yüklenicinin yapı ipoteği hakkı bulunmadığı yönünde[18] bir kararı bulunsa da güncel içtihatlarındaki açıklamalar doğrultusunda yüklenicinin yapı ipoteği hakkının Yargıtay tarafından da tanınacağı kanaatindeyiz.

2        Alt Yüklenici

Yüklenicinin üstlendiği inşaat işinin tamamını ya da bir kısmını gerçekleştiren kişidir. Alt yüklenicinin inşaatçı ipoteği hakkı bulunduğu noktasında tartışma bulunmamaktadır. Taşeron olarak da isimlendirilen bu kişilerin ilişkilerinin temelinde yine eser sözleşmesi bulunmaktadır[19].

3        Zanaatkarlar

Zanaatkarlar da esasen alt yüklenici olarak iş gören kişiler olup emeği ve malzemesi ile eser üreten küçük sanat sahibidir. Genellikle elektrik tesisatı, su tesisatı, boya işleri gibi yapının küçük bir bölümünün yapımında çalışırlar[20].

4          Yapı Alacaklısı Sayılmayanlar

İnşaat kapsamında hizmet sözleşmesine bağlı olarak çalışan talimat doğrultusunda çalışan işçiler yapı alacaklısı sayılmamaktadır. İşçilerin alacakları kısa sürede muaccel olup inşaatın bitmesini beklemeleri gerekmemektedir. Ayrıca işçilik alacakları imtiyazlı alacaklar olup bu yönüyle de koruma altındadır.

Yine yukarıda da açıklandığı üzere salt olarak inşaata malzeme tayin edenler inşaatçı ipoteği hakkından faydalanamazlar.

Mimar ve mühendisler de yukarıda açıklandığı üzere faaliyetleri ile inşaata emek verse de direkt bir değer artışı sağlamadıklarından yapı alacaklısı ipoteği hakkına haiz sayılmamaktadırlar[21].

Özellikle günümüzde büyük projelere değer katan önemli unsurlardan biri de mimari özellikleri olup kanunun lafzından da emeğin sadece fiziki emek ile sınırlandırıldığına dair bir hüküm bulunmadığı gözetilerek mimar ve mühendislerin bir projeye özgülenmiş olmak şartıyla verdikleri emeklerinin de inşaatçı ipoteğinden yararlanması gerektiği kanaatindeyiz.

C     TESCİL

Yukarıda incelendiği üzere inşaatçı ipoteği sebebini kanundan almakta olup kuruluşu tescil ile mümkündür. Tescil için alacağa dair yukarıda açıklanan koşulların yanı sıra TMK 895’te sayılan diğer koşulların da gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar tescilin süresine ve alacağın çekişmeli olmamasına ilişkin olarak gruplandırılabilir.

1             Yapı Alacaklısı İpoteği Tescil Talebinin Hukuki Mahiyeti

İpoteğin tescil hakkının hukuki niteliğine göre öğretide görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bir görüşe göre bu hak şahsi bir hak olup inşaata başlandığı anda yapının maliki kim ise sadece ona karşı sürülebilir[22].

Bir diğer görüşe göre ise ayni nitelikte bir talep hakkı olup talep esnasında taşınmaz maliki kim ise ona karşı öne sürülebilir[23].

Üçüncü görüş ise ipotek tesisini talep hakkının kanundan doğan yenilik doğuran bir hak olduğu yönündedir. Ancak bu görüş hakkın kullanılması için taşınmaz malikinin rızası ya da mahkeme kararı gerekmesi sebebiyle tek taraflı beyanla kurulamadığından eleştirilmektedir[24].

Konuya ilişkin Yargıtay uygulaması ise eşyaya bağlı borç niteliğini kabul ederek taşınmaz devredilmiş olsa dahi inşaatçı ipoteği tesisinin mümkün olduğu yönündedir.

“…”Mahkemece temyize konu son karar ile davanın davalı … yönünden kabulüne karar verilerek … ili … İlçesi, … köyü … Ada … parsel ( eski … parsel) üzerine 650.496,00 TL bedelli kanuni ipotek konulmasına karar verilmiştir. Dava konusu taşınmaz dava açıldığı sırada … parsel sayılı taşınmaz iken yapılan toplulaştırma ile taşınmazı … ada … parsel olmuş ve bu parsel sonradan yapılan ifraz ile … Ada … ve … parsellere ifrazen tescil edilmiştir. İfraz ve tescilden sonra … nolu parsel davalı … tarafından dava dışı …’ye satılarak bu 3. kişi adına tescil edilmiştir. Mahkemece bu 3. kişi adına kayıtlı taşınmaz maliki aleyhine usulüne uygun bir dava açılmadan ve usulü işlemler yerine getirilmeden dava dışı 3. kişi adına kayıtlı bulunan taşınmazın tesciline karar verilmesi mümkün değildir. Dava dışı 3. kişi adına kayıtlı olan bir taşınmazla ilgili verilen kararın icra ve infaz kabiliyeti olamaz. İnfaz kabiliyeti olmayan bir karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

O halde mahkemece yapılacak iş; üzerine kanuni ipotek tesis edilen … Ada … parsel sayılı taşınmazın son tapu kaydının celp edilerek bu taşınmaza malik olan davanın tarafları dışında maliklerin usulüne uygun şekilde dava açılmasından sonra bu dosya ile birleştirilmesi sağlanarak sonucuna göre karar vermekten ibaret olmalıdır….”[25] .

Yapı alacaklısı ipoteği TMK 893 maddesinde  Bir taşınmaz üzerinde yapılan yapı veya diğer işlerde malzeme vererek veya vermeden emek sarf ettikleri için malzeme ve emek karşılığı olarak malik veya yükleniciden alacaklı olan alt yüklenici veya zanaatkârlar için kanuni bir ipotek hakkı tanınmıştır.

Kanun koyucu inşaat işinde çalışanların yarattığı değer artışına karşılık alacaklarını alamama ihtimali ile karşılaşacaklarını öngörmüştür. Bunun sebebi yapı alacaklarının uygulamada çoğu zaman önce ifa ile yükümlü olmaları, yapıların taşınmaz mülkiyetine dahil olması ve verilen emeğin geri alınmasının mümkün olmamasıdır[26].

2        Tescil Süresi

TMK 895 “Zanaatkârların ve yüklenicilerin kanunî ipotek hakları, çalışmayı veya malzeme vermeyi yüklendikleri andan başlayarak tapu kütüğüne tescil olunabilir. Tescilin yüklenilen işin tamamlanmasından başlayarak üç ay içinde yapılmış olması gerekir.” Hükmüne yer verilmiştir.

İpotek tescil talebi hakkı yüklenici ve zanaatkarlar tarafından işi yapmayı veya malzemeyi vermeyi yüklendikleri andan itibaren kullanılabilir. İfaya başlanmış olması şart değildir.

Tescil talebinin öne sürülmesi için tek başına sözleşmenin imza edilmiş olması yeterli değildir. Sözleşme kapsamı bir alacak hakkının da doğmuş olması gerekir. Mahkeme tarafından karara bağlanan ya da kabul edilen bir alacak olmaksızın tescil mümkün olmayacaktır. Arsa sahibinin yapı alacağını kabul etmediği durumlarda alacağa hak kazanılıp kazanılmadığını mahkeme takdir edeceğinden işe başlanmış olması gerekecektir[27].

Tescilin yüklenilen işin tamamlanmasından itibaren 3 ay içinde yapılmış olması gerekmektedir. Bu süre hak düşürücü süre olup durması ya da kesilmesi mümkün değildir. Alt yükleniciler açısından süre tüm inşaatın bitiminden değil kendi üstlendikleri işin sonlanmasından başlar[28].

Burada işin tamamlanması teriminden fiili sona erme anlaşılmakta olup sözleşmede daha erken bir tarih belirlenmiş olsa dahi bu tarih değil işin fiili sona erme tarihi dikkate alınacaktır.

Alt yüklenicilerin inşaat sona ermeden işi bırakması halinde ise işi terk etme tarihinde sözleşme fiili olarak feshedilmiş sayılıp 3 aylık süre bu tarihten başlamalıdır[29].

Tescil süresi sona erdikten sonra malik tescile rıza gösterse dahi tescil mümkün değildir. Zira burada taşınmaz üzerine rehin hakkı tesis ettirecek üçüncü kişilerin korunması söz konusudur.

Bu durum sadece arsa sahibinin alacağı tanıdığı durumlarda söz konusu olup alacağın ispatı için dava açılması gereken hallerde üç ay içinde dava açılmış olması yeterlidir. Tescil işleminin bitirilmesi şart değildir[30].

3          Alacağın Çekişmeli Olmaması

a.    İnşaat Alacağının Malik Tarafından Tanınmış Olması

Burada malik tarafından alacağın tanınması malikin inşaat alacaklısına karşı tam ve hakiki borcunu kesin olarak tanımasından ziyade ipotek miktarını bilerek buna rıza göstermesi aranmaktadır.[31]

Bu beyan direkt olarak yapı alacaklısı tarafından tapu memuruna yapılabilir. Ancak sadece eser sözleşmesinin sunulması yeterli değildir. Malik tarafından bedel ve iş de belirtilerek açıkça ipoteğe onay verildiğini gösteren yazılı bir belge sunulması gerekmektedir[32].

Bu kapsamda alacak açısından ipotek bedeli için kabul ettiği miktar ile bağlı değildir. Buradaki ipotek feri bir hak olup alacak bedeline bağlıdır. Yapı alacaklısı görevini gereği gibi yerine getirmezse malik ipoteğin terkinini ya da teminat bedelinin azaltılmasını isteyebilir[33].

b.    İnşaat Alacağının Mahkeme Kararına Bağlanmış Olması

Malikin alacağı kabul etmediği durumlarda inşaat alacaklıları, alacaklarını mahkeme tarafından tespitini istemeleri gerekmektedir.      

Bu durumda inşaat bitmediği hallerde mahkemece verilecek azami bedel belirlenecek iken inşaatın bittiği halde kesin bedel belirlenir.

Mahkemece verilen karar ile rehin hakkı doğar. Bu durumda tescil bildirici olur. İpotek talebinin tarafı malik olmakla birlikte Yargıtay, alt yüklenicinin ücretin belirlenmesi ile birlikte ipotek tesisi için yönelttiği taleplerde esas yüklenicinin de ücretin belirlenmesi açısından taraf olarak davada bulunmasını aramaktadır.[34]

3.    Malikin Yeterli Güvence Göstermemesi

Malik inşaat alacaklarını karşılar yeterli bir teminat göstererek ipotek terkinini durdurabilir. Teminatın nevi ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle teminat kıymetli evrak ya da şahsi kefalet de olabilecektir. Teminatın yeterliliği konusunda husumet çıkası halinde meselenin halli görevli mahkemenin sorumluluğundadır.

İpotek tescilinden sonra malik teminat göstererek ipoteğin terkinini de talep edebilecektir[35].

4.    Tescilin Gerçekleşmesi Ve Geçici Tescil

Tescil tapu memuruna yapılan bir beyanla gerçekleşir. Ancak malikin ipoteği kabul ettiği durumlarda inşaat alacaklısının (yüklenici, alt yüklenici, zanaatkar) beyanının yanı sıra malikin yazılı beyanının da tapuya sunulması gerekmektedir.

Yazılı beyan noter huzurunda onaylanmış ise tapuca başkaca bir araştırma yapılmaksızın tescil işlemi gerçekleştirilir ancak adi yazılı belge ise tapu memuru imza sahibinin gelmesini ister, kimlik tespiti ve imza doğrulaması yapılır.[36]

Tescil ister malikin kabulü ister mahkeme kararı ile kurulsun inşaatçı ipoteğine konu eser sözleşmesi de eser sözleşmesinin de bir örneği eklenmelidir.

Tapu memuru ipotek tescil talebini ya kabul eder ya da reddeder. Tapu memuru talebin 3 ay içinde yapılıp yapılmadığı ve alacak tanıma belgesi olup olmadığını denetler. Tapu memurunun talebi reddetmesi halinde yapı alacaklısının mahkemeye başvurması gerekmektedir.

Tapu memurunun talebi kabul etmesi halinde ya direk kesin tescili gerçekleştirir ya da eksik evrak var ise geçici tescil şerhi vererek evrakın tamamlanmasını ister.

TMK m. 1011 “Aşağıdaki hâllerde geçici tescil şerhi verilebilir: 1. İddia edilen bir aynî hakkın güvence altına alınması gerekiyorsa, 2. Tasarruf yetkisini belirleyen belgelerdeki noksanlıkların sonradan tamamlanmasına kanun olanak tanıyorsa….” Denilerek inşaatçı ipoteğinin de geçici tescile konu olabileceğini ifade etmiştir.

İpoteğe ilişkin haklar tescil tarihinden itibaren sıraya gireceğinden ve hüküm doğuracağından işbu hükümle tescilde geç kalınmasının yaratacağı zorluklar göz önüne alınmıştır.

Öyle ki inşaat alacaklısı 3 aylık sürede kesin tescil için davasını açmış olsa bile ipotek tescil tarihinden itibaren hüküm ifade edeceğinden dava süresinde taşınmaz üzerinde başkaca rehinler tesis edilmesi hatta taşınmazın satılması dahi mümkün olacak, böyle bir durumda inşaat alacaklısının teminata dair haklarının zayi olması söz konusu olacaktır[37].

Geçici tescil, kesin tescil için açılan davada talep edilemez. Zira uyuşmazlığın esasını çözümler nitelikte ihtiyati tedbir kararı verilemez[38]. Hakim tarafları dinleyerek ya da dosya üzerinden karar verebilir.

Geçici tescilden sonra kesin tescil dava açılması gerekmekte olup bu davanın kabulü halinde ipotek geçici tescil tarihinden itibaren hüküm doğurur.

VI TESCİLİN SONUÇLARI

A.               SIRA

TMK, yapı alacaklısına sıra bakımından ayrıcalıklı bir hak tanımamaktadır.

İnşaatçı ipoteğinin taşınmaz üzerinde kurulmuş bulunan diğer ayni haklara göre sırası ipoteğin kurulduğu tarihe göre belirlenir.

Yukarıda da açıklandığı üzere inşaatçı ipoteği tescile bağlı bir kanuni ipotek olup tescil tarihinden itibaren hüküm ifade edecektir.

TMK m. 896 uyarınca taşınmaz üzerinden birden fazla inşaatçı ipoteği varsa bunların tescil tarihleri farklı da olsa aralarında sıra yapılmaz, hepsi aynı sırada kabul edilir ve ipoteğin paraya çevrilmesi halinde alacakları ile orantılı olarak karşılanır.[39]

Kural olarak gayrimenkul üzerinde birinci sırada bir ipotek bulunmasa dahi ikinci dereceden ipotek kurulabilir. Ancak kanuni ipoteklerde bu durum söz konusu olamaz. Alacaklı birinci derecenin boş bırakılarak yapı alacaklısı ipoteğinin ikinci dereceye işlenmesini talep edemez [40].

Yapı alacaklılarından birinin alacağını yapı ipoteğinin yanı sıra akdi ipotek ile de teminat alması durumunda ise AKIN, öğretide görüş farklıları bulunduğunu aktarmakla birlikte kişinin hem akdi ipotekten hem de inşaatçı ipoteğinin ayrıcalıklarından yararlanacağını ifade etmiştir[41].

B.           ÖNCELİK HAKKI

TMK m. 897’de, Satış bedeli zanaatkârlar ve yüklenicilerin alacaklarının tamamını karşılamadığı takdirde kalan kısım, ipotek hakkı elde eden önceki sıradaki alacaklıların payına düşen satış bedelinden arsa değeri çıkarıldıktan sonra artan para ile karşılanır. Ancak bu, taşınmaz üzerindeki yüklerin zanaatkârlar ve yüklenicilerin zararına olacağının alacaklılar tarafından bilinebilir olmasına bağlıdır. Önceki sırada bulunan alacaklılar, rehin senetlerini devrederlerse, bu devir yüzünden zanaatkârlar ve yüklenicilerin elde edemedikleri alacak miktarını tazmin etmekle yükümlü olurlar. İşe başlandığı, hak sahibi, zanaatkârlar veya yüklenicilerden birinin bildirimi üzerine tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazıldıktan sonra, tescilin yapılabileceği sürenin sonuna kadar taşınmaz üzerinde ipotekten başka türde rehin tescil edilemez. Hükmüne yer verilmiştir.

Yapı alacaklısı ipoteğinde her ne kadar sıra yönünden bir öncelik tanınmamışsa da yapı alacaklısının haklarını kötü niyetli arsa sahiplerine karşı koruma amaçlı olarak ipoteğin paraya çevrilmesi halinde sınırlı bir öncelik hakkı tanınmıştır.

Söz konusu öncelik hakkı belli koşulların varlığı halinde kullanabilecektir.

1.               Öncelik Hakkının Koşulları
a.      Taşınmazın Değerinin Üstünde Rehnedilmiş Olması 

Kanun metninde açıkça yazılmamış olsa da öğretide kabul edildiği üzere öncelik hakkının kullanılabilmesi için inşaatçı ipoteğinden sıra olarak öncede bulunan ipoteklerin taşınmazın inşaattan önceki değerinden yüksek bir rehin bulunması gerekmektedir.

Bu ilke TMK 897 maddesi hükmünün lafzi yorumundan çıkarılmakta olup madde hükmünden önceki alacaklıların ipotek bedellerinin taşınmazın inşaat öncesi halinden fazla olması halinden uygulama imkanı bulabileceği anlaşılmaktadır.

Burada dikkate alınacak değer taşınmazın yalın değeri değil, inşaatçı ipoteğine konu inşaattan önceki halidir. Örneğin taşınmaz üzerinden bir bina mevcut ve bu bunaya bir ek yapılıyorsa artık taşınmazın binasız bedeli değil ek bina yapılmadan önceki hali dikkate alınacaktır[42].

Taşınmazın üzerinde yapı bulunmayan değerinin hesaplanırken taşınmazın paraya çevrildiği andaki değeri dikkate alınır[43].

Taşınmazın imar planı değişikliği, kentsel dönüşüm gibi dışsal sebeplerle değerinin artması halinde inşaat alacaklısı bu değer artışından faydalanamaz. Yine aynı şekilde taşınmazın değerinin artmasında inşaatın yanı sıra inşaatta bulunan makinelerin de etkisi varsa inşaatçı ipoteği sahibi sadece yapının sağladığı artış için öncelik hakkını kullanabilir[44].

b.        Taşınmazın Satışından Elde Edilen Bedelin Yapı Alacaklılarının Alacağını Kısmen Yada Tamamen Karşılamaması

Öncelik hakkının kullanılabilmesi için yapı alacaklısı ipoteği sahiplerinin alacaklarının kısmen ya da hiç karşılanmamış olması gerekmektedir.

Buradaki karşılık bulamama hali yalnızca ipoteğin paraya çevrilmesi kapsamında olup borçlunun diğer malvarlığı yönünden haciz yapılması ve ödemeden aciz belgesi alınması şartı yoktur[45].

c.            Diğer Alacaklıların, Taşınmaz Üzerindeki Yüklerin Yapı Alacaklılarının Zararına Olacağını Bilmesi

Sübjektif koşul olarak da adlandırılan bu koşul, önceki derecede bulunan ipotek sahibinin ipotek tesisi anında inşaat alacaklılarının inşaat alacağı haklarının zarar göreceğini bilebilmesi gerekliliğini ifade eder.

Burada ispat yükü inşaat alacaklısı üzerinde olsa da ispatlanması gereken husus kasıt hali değildir. Önceki ipotekçinin inşaat alacaklılarına zarar verebileceğini anlayabilecek olması yeterlidir.

Taşınmaz üzerinde inşaat devam ederken ancak yapı alacaklısı ipoteği tescil edilmeden önceki dönemde kurulan ipotekler yönünden bu koşulun sağlandığı yüksek ölçüde kabul edilir[46].

Gayrimenkul sahipleri inşaat yapımından önce finansmana ihtiyaç duymakta olup inşaata girişilmeden önce inşaatı finanse etmek amacıyla verilen borcu temin amacıyla rehinler kurulmaktadır. Uygulamada inşaatçı ipoteğinden önce kurulan rehinler sıklıkla bu şekildedir.

Bu durumda inşaat amacıyla borç veren kişi taşınmazın inşaat önceki değerinden de yüksek bir teminat alıyor ise bu durumda kural olarak yapı alacaklılarına zarar verebileceğini bildiği kabul edilir.

Söz konusu kredi, inşaat alacaklılarına tesis edilmiş olursa bu durumda zarar verme koşulu gerçekleşmediğinden öncelik hakkı kullanılamayacaktır. Yine inşaata malzeme alınması için kredi tayininde de dava hakkı doğmayacaktır[47].

  • Taşınmazda Oluşan Kıymet Fazlasının Ön Sıradaki Rehinli Alacaklıya Tesis Edilmesi

Taşınmazda inşaat alacaklısının emeği ile gerçekleşen değer artışının ön sıradaki rehinli alacaklıya tahsis edilmiş olması öncelik hakkının kullanımı için gerekli şartlardan biridir.

Öğretide bir görüş, rehinli önceki alacaklıya kıymet artış bedelinin “ödenmiş” olmasını aramakta olup bu görüşe göre öncelik hakkı rehinli önceki alacaklıya karşı bir alacak davası olarak kullanılabileceği yönündedir[48].

Bir diğer görüş yapı artış bedelinin önceki rehinli alacaklıya tahsis edilmiş olmasını yeterli görmekte ve bu yorumla İcra İflas Kanunu 151 ve 142’ye göre sıra cetveline itiraz ve şikayet yollarını kullanılabileceği yönündedir[49].

2.             Öncelik Hakkının Tarafları

Öncelik hakkı sahibi, tescil edilmiş olması kaydıyla inşaatçı ipoteği hakkı sahibidir.

Öncelik hakkı için açılacak davalarda davacı ise taşınmazda oluşan değer artış payından hakkını tahsil edememiş olan tescil edilmiş inşaatçı ipoteği hakkı sahibidir.

Tescilin geçici ya da kesin olması önem arz etmez.

Davalı ise yukarıdaki koşulları sağlayan ön sırada bulunan rehinli alacaklıdır. Ön sırada birden fazla alacaklı bulunması halinde öncelik hakkının hepsine aynı anda alacaklarıyla orantılı olarak dava açılarak öne sürülmelidir. [50]

3.             Öncelik Hakkı İçin Açılacak Davaların Hukuki Niteliği

Öncelik hakkının düzenlendiği TMK 897’de  hakkın nasıl kullanılacağı ile ilgili açık düzenleme bulunmamaktadır.

İİK’da da ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yapılan takipte taşınmazın satışından gelen değerin dağıtımı için TMK’ya atıf yapılmakta, TMK’da ise bedelin alacaklıların sırasına göre dağıtılacağı ifade edilmektedir.

TMK 897 maddesinin sırada bir değişiklik yaratıp yaratmayacağı, alacağa bir imtiyaz tanıyıp tanımadığı hususunda açık bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu sebeple açılacak davaların hukuki niteliği bakımından öğretide farklı görüşleri oluşmuştur.

 

a.             Haksız Fiilden Kaynaklı Tazminat Davası Görüşü

Bir görüş öncelik hakkı için açılacak davanın haksız fiilden kaynaklı tazminat davası olduğu görüşündedir [51].

Kanunun yapı alacaklılarına taşınmaz üzerinde oluşan değer artışından pay alma hakkı tanıdığı, önceki sıradaki rehinli alacaklıların ise bu hakkı ihlal etmemekle yükümlü kılındıkları, buna rağmen hukuka aykırı bir fiille yapı alacaklısına zarar verilmesi halinde öncelik hakkının kullanılabileceği ve bu yönüyle de haksız fiilden kaynaklı bir tazminat davası olduğu ifade edilmektedir.

Bu halde zamanaşımının 2 yıl ve 10 yıllık süreler olacağı, haksız fiilinin öğrenilme tarihinin taşınmazın satış bedelinin paylaştırılması anı olacağı ifade edilmektedir[52].

b.           İİK M. 280 Gereği İptal Davası Görüşü

İİK m. 280 “Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır….” Hükmüne haizdir.

Öncelik hakkından kaynaklı davaların da bu kapsamda açılabileceğini savunan bir görüş de bulunmaktadır.[53]

Tarafımızca bu görüşe katılmak mümkün değildir. Zira İİK 280 kapsamında dava açılabilmesi için borçlunun ve 3. Kişinin hileli davranışı aranmaktadır. Ayrıca iptal davası açılabilmesi için borçlunun ödemeden acze düşmüş olması gerekmektedir.

Öncelik hakkı açısından bu zorunlulukların olmadığı kanunda özellikle belirtilmiştir.

c.            İİK m. 142 kapsamında Sıra Cetveline İtiraz Davası Olduğu Görüşü

Bir diğer görüş ise öncelik hakkının rehinli taşınmazın satışından gelen bedelin paylaştırılmasından önce dava açılabileceği ve İİK madde 142 ve 151’de belirtilen sıra cetveline itiraz ve şikayet prosedürleri kapsamında öncelik hakkının öne sürülebileceği yönündedir.

Kanaatimizce öncelik hakkı kanunda düzenlendiği yer açısından ipotek ile sıkıya sıkıya bağlı olarak yorumlanmalıdır. Bu sebeple inşaat alacaklısının tüm alacaklarının öncelikli olarak tahsil edileceği sonucunu doğuracak çıkarımlar isabetli değildir.

İnşaatçı ipoteği kapsamında düzenlenen öncelik hakkı, yalnızca ipotek hakkını tescil ettiren inşaat alacaklısına tanınmış olup bu haliyle öncelik hakkının yalnızca söz konusu ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte inşaatçı ipoteği sahibine bir imtiyaz tanıdığının kabulü ve bu kapsamda alacağın sırasının değerlendirilmesi yönündeki hatalara karşı İİK m 142 ve 151 kapsamı davaların açılabileceği ancak bu davaların süreleri sonuçlandıktan sonra bir dava hakkının kalmayacağı, ipotekli takibe özgü imtiyazın sona ereceği ve alacağın genel hükümlere göre eser sözleşmesinin tarafına karşı yöneltilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

VIII.    YAPI ALACAKLISI İPOTEĞİNDEN FERAGAT EDİLEMEMESİ

TMK m. 893 uyarınca yapı alacaklısı ipoteği hakkından önceden feragat etmek mümkün değildir.

Eser sözleşmesinin kurulmasından sonra yapı alacaklısı ipoteği hakkından feragat mümkündür. Feragate ilişkin hüküm eser sözleşmesi içinde yer alıyorsa yalnızca feragate ilişkin hüküm geçersiz olacaktır[54].

IX.            YAPI ALACAKLISI İPOTEĞİNİN SONA ERMESİ

Yapı alacaklısı ipoteğinin sicilden terkini TMK m. 1014  uyarınca gerçekleşmektedir.

Bu kapsamda yapı alacaklısının tek taraflı olarak ipotekten vazgeçme beyanı ipoteğin terkini için yeterlidir. Arsa sahibinin iznine ihtiyaç bulunmamaktadır.

Bunun yanı sıra ipotek konusu alacağın ifa edilmiş olması halinde feri bir hak olan ipotek artık sadece sicildeki görüntüden ibaret olacak olup taşınmaz sahibi ipotek hakkı sahibinden ipoteğin kaldırılmasını talep edebilir, kabul edilmemesi halinde mahkemeden ipoteğin terkinini talep edebilir.

Bunun yanı sıra yapı alacaklısı ipoteğinde tescilden sonra dahi iş sahibi yeterli teminat göstererek ipoteğin tescilini talep edebilecektir[55].

X.               SONUÇ

Bir inşaatın meydana getirilmesine eser sözleşmesi kapsamında emeği ile katılan yüklenici, alt yüklenici ve zanaatkarların alacaklarının kanuni bir ipotek türü olan yapı alacaklısı ipoteği ile teminat altına alınması mümkündür.

Yapı alacaklısı ipoteğinden bahsedilmek için yapının kalıcı bir yapı olması, taşınmazda değer artışı meydana getirmelidir. Kural olarak eser sözleşmesi kapsamında söz konusu olmakla birlikte vekaletsiz iş görme kapsamında yapılan inşaatlarda taşınmaz sahibinin muvafakati halinde yine inşaatçı ipoteği söz konusu olacaktır.

Yüklenici, alt yüklenici ve zanaatkarlar ipotek hakkı talep edebilecek olup, mimarlar, mühendisler ve hizmet sözleşmesi kapsamında inşaatta çalışanların bu haktan faydalanması mümkün değildir.

İpotek hakkı doktrinde farklı görüşler bulunmakla birlikte eşyaya bağlı borç kapsamında değerlendirilmekte olup taşınmazın devri halinde ipotek hakkı yeni malike karşı öne sürülebilecektir.

Eser sözleşmesinin imzasından itibaren işin bitiminden 3 ay sonrasına kadar tescil talep edilebilir. Tescil için alacağın çekişmesiz olması ve taşınmaz sahibince teminat gösterilmemiş olması gerekmektedir.

İnşaatçı ipoteği sıra açısından diğer ipotek türlerine göre bir ayrıcalık arz etmemektedir.

TMK 897’de tanımlanan öncelik hakkı kapsamında yapı alacaklıları taşınmaz üzerinde yarattıkları değeri ipoteğin paraya çevrilmesi anında önceki sıralarda bulunan alacaklardan dolayı tahsil edemezlerse aralarında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmasa da önceki sıralardaki alacaklılardan bu haklarını talep edebilirler.


[1] AYAN Mehmet, Eşya Hukuku III- Sınırlı Ayni Haklar, Sekizinci Baskı, Ankara 2017, s. 217.

[2] AYAN Mehmet, s.225.

[3] AKCAN Cansın, “Yapı İpoteği”, Ankara Barosu Dergisi, 76, 2018/2, s. 69 – 110.

[4] KAÇARAN Hümeyra, “Yapı Alacaklılarının Kanuni İpotek Hakkı”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi 22, 2016/3, s. 1359 – 1394.

[5] AVCI, Ali / ORUÇ, Buket Köksal , “İnşaatçı İpoteği (Yapı Alacaklısı İpoteği)”, Türkiye Noterler Birliği, Yıl: 1, S.2, Ankara 2014, s. 102.

[6] DUMAN İlker Hasan, İnşaat Hukuku, Güncellenmiş 10. Baskı, Ankara 2021, s. 1004.

[7] KALIN Fatih Reşat, “Yapı Alacaklısı İpoteğinde Öncelik Hakkı”, (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Bahçeşehir Üniversitesi  Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2019, s. 21.

[8] AVCI/ ORUÇ, s. 101.

[9] KALIN, s. 22.

[10] DUMAN İlker Hasan, “İnşaatçı İpoteği”, Terazi Hukuk Dergisi, C. 9, S. 100, Aralık 2014, s. 190.

[11] AKIN Levent, İnşaatçı İpoteği, Ankara Barosu Dergisi, 1995, S. 5, s. 754.

[12] Yargıtay 15. HD., E. 2016/1924 K. 2016/3111 T. 31.5.2016 (www.lexpera.com.tr, 17.04.2021)

[13] AVCI/ORUÇ, s. 102

[14] REİSOĞLU Safa, Türk Ve İsviçre Hukukunda Müteahhitlerin Ve İşçilerin Kanuni İpotek Hakkı, Ankara, 1961 aktaran DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 191

[15] OĞUZMAN/SELİÇİ/OKTAY-ÖZDEMİR , s. 963

[16] Yargıtay 15. HD., E. 2012/4521 K. 2013/3030 T. 09.05.2013 (www.lexpera.com.tr, 17.04.2021)

[17] DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 191

[18] Y.15HD, 04.12.2012 T ve 2012/6837 E 2012/7621 K. 

[19] AYAN, s. 229

[20] DEMİR Remzi, “Yapı Alacaklısı İpoteği”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019, S. 14, s. 506

[21] DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 191.

[22] KÖPRÜLÜ, B. / KANETİ, S., Sınırlı Ayni Haklar (2. Bası). İstanbul 1983, s. 224

[23] TEKİNAY S. Sulhi, “İnşaatçı İpoteğinin Tescilini İsteme Hakkının Mahiyeti”, İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, C. 3, S. 4, İstanbul, 1969, s. 133-139 (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/14068 12.04.2021).

[24] AVCI /ORUÇ, s. 96-98, OĞUZMAN, M. Kemal / SELİÇİ, Özer / OKTAY – ÖZDEMİR, Saibe, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul 2014., s. 975.

[25] Yargıtay 15. HD., E. 2018/2855 K. 2018/3585 T. 4.10.2018.

[26] ÇABRİ, Sezer, “Yapı Alacaklısı İpoteğinin Önceliği ( TMK m. 897/1 )”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Şeref ERTAŞ’a Armağan, C. 19, Özel Sayı, İzmir 2017, s. 377-413.

[27] AVCI/ORUÇ, s. 107.

[28] KALIN, s. 29.

[29] AVCI/ORUÇ, s. 108.

[30] AVCI/ORUÇ, s. 110.

[31] AKIN, s. 758.

[32] DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 193.

[33] AVCI/ORUÇ, s. 114.

[34] Yargıtay 15. HD., E. 2016/27 K. 2016/1944 T. 28.3.2016 (www.lexpera.com.tr, 11.04.2021)

[35] AVCI/ORUÇ, s. 115.

[36] AVCI/ORUÇ, s. 115.

[37] DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 194.

[38] YARGITAY 15. HD E. 2012 / 4558 K. 2012 / 7308 T. 21.11.2012 (www.lexpera.com.tr, 11.04.2021).

[39] DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 197.

[40] AKIN, s. 761.

[41] AKIN, s. 762.

[42] ÇABRİ, s. 389 .

[43] ORAL Tuğçe, “Türk İsviçre Hukukunda Yapı Alacaklısı İpoteğine İlişkin Başlıca Sorunlar Ve Çözüm Önerileri”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019, S. 68 , s. 699.

[44] ÇABRİ, 390.

[45] ÇABRİ, s. 391.

[46] ÇABRİ, s. 393.

[47] AKIN, s. 766.

[48] AKIN, s. 765; DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 199.

[49] ÇABRİ, s. 394; KALIN, s. 66.

[50] KALIN, s. 76.

[51] AKIN, s. 767.

[52] KALIN, s. 67.

[53] KÖPRÜLÜ/KANETİ, s. 325.

[54] DEMİR, s. 528.

[55] DUMAN, İnşaatçı İpoteği, s. 199.